29 Kasım 2009 Pazar

İTİNALI DİZELER

Sözlerimi itina ile seçmeyeli, aynadan yansıyan gözlerimi görmezden gelmeyeli, zaman koşar adım yol alırken, yolların taktığı çelmelere yenik düşmüş.

Ben anılarıma saygı duymaya boğun eğeli, dallar çiçek açmış, kuşlar yuvalarına sadık kalmıştı oysaki.
Mevsimlerle alıp veremediğim yok, kelimelere derdimi anlatmaktan bir zaman yorgun düşmüş olabilirdim neyse ki…

Neye yaradı yaprağa rengini anlatmak aslında,
o gökkuşağına inanmadıktan sonra?

Bakışlarımın manasından, göz rengimin parlağından, utanmak aklımdan geçmezdi, güneşimden içime çektiğim terbiyem buna izin vermezdi…

Seçemezdim nasılsa beni toprağa bağlamış köklerimin merhamet derişimini…
Saçımın ucuna layık gördüğüm gül, solsa bile terk eylemezdi eşini…

Ah anılar!
Rüyada görmeyi dilenen kişilerin sanrı kaderlerine engel olurlar…

Ben;
Gözümü günün aydınlanmamış ziyanına açtığım zamana lanet okumadan,
Dualar ettim şerre yakın durmadan…

Elbet bir gün gelecek, büyüdüğüm hızda göğe yükselecek, zahmetsiz ve niyetsiz bölünerek çoğalan sevgisini hacmine sığdıramayan kalbim…

Elbet her gün geçecek, sabrımın selameti yolunu açacak, talihsiz karşılaşmalara sebebiyet verecek olan kader kesişmelerinin…

İnsan ki, insanı insandan soğutandır kimi zaman,
İnsan ki, insanı mucizelere inandırandır çoğu zaman…

Meleklik rütbemin elimden kum gibi,
Su gibi süzülüp gittiğine inandığım günden beri,
Doğan yeni günü düşünür olurum…
Bazen sade düşünmekten yorulurum.

Kim doğdu şu dakika, kim kanatlandı gitti.
Hangi ağacın dalının çatalına kandı çöpleri didikleyen boz kedi…
Kim sokakların derin dokusuna, serin kokusuna vurdu kendini…
Her rüya, diğerinden habersiz, başlamadan bitti…

Ben, gizli özneye esir, isyankâr yüklemine saygı duymayan cümlelerin, dolaysız tümleçleri olmayı can-ı gönülden dilemeyen bir haleyim…

Kim benim gibi? Ben kimin gibi olabilirim?
Susuz toprağıma, deniz yakınımsa dayanabilirim…

Mavinin koynunda ölmek değil derdim…

02.35
28.11.2009
A.B.

29 Ekim 2009 Perşembe

geç...

Rengine sadakati yetemedi niyetin.
Tutamlarca tuz, köstek idi dikiş izine,
Damarımdan dahi geçemedi sebebin.
Hangi yaraya deva idi kapanmak dizine?

...

02.48
29.10.2009
A.B.

28 Ekim 2009 Çarşamba

AFET-İ DEVRAN

Bir Afet-i devrana emanetindi gözlerin
Aynalara derdimle dillenmedim.
Ben hiç yakışmadım beter endamına
Gölge olurdum hâlbuki meramına
İznine nail olsaydı ellerin,
Ben name-i illetle bilenmedim…

Bir afet-i devrana hediyendi hoş sözlerin.
Nefese hasret can gibiydim kelamına.
Boyun eğdim sükûnet-i cellâdıma
Bir hoş sedaya el gibi ellenmedim
Kumrum şahidimdir serenadıma,
Ben hiç yüz çevirmedim selamına.

Bir afet-i devrana ait idi benliğin…

02.48
14.10.09
A.B.

imKANsız BEKLEyiş

Suretin düşüncemin gölgesinde kenar bulur.
Lakin şikayetlenmeyi haddime yakıştırmadım.
İffetten tel örgüler sanrıma musallat olur.
Ben ferimin sebebini var olmana alıştırmadım.

Dudaktan kovulduğu kadar değildir söylenişler
Yılan deliğinden süzüldü, eylemine aldanmadım.
Adamı görülmez sınırlarda öldürmez özleyişler,
Teninin gölgesi göründü, kör ahengine bağlanmadım.


23.58
21.10.09
A.B.

10 Ekim 2009 Cumartesi

biri daha...

Pişmanlığımın adına keşke dediğimden beri
Zamanı şarap şişelerinde zapt edemiyorum.
Gözbebeğimin ferinde bu denli büyüttüm seni,
Peşinatsız isyanlarıma anlam veremiyorum.

Uçmaya göğsündeki büyüyü heba ettiysem,
Kabullenmeliydim uçurum gözlerinden düşmeyi
Denizindeki devana bilmeden yüz çevirdiysem,
Öğrenmeliydim benim olmayanı kaybetmeyi.

Kum saatimin kırığı kalp kırığıma yanaştı usulca
Duvağının fırtınasından önümü göremedim önce,
Şahitliğine inandığım mavi karanlık korkup susunca,
Kanatlarıma kan oturdu, ardıma bile dönemedim öylece.

İnkâr etmek, yalanın renkli yüzünü güldürmekti.
Ve ben hiç hayalini kurmadım bedbaht gözlerinin.
Aşksızlıktan ölmedim, telkin edişlerin beni bekletti.
Ve ben hiç yakarışına inanmadım ince ellerinin…

Ben bir yalanı sen diye sayıkladım durdum…


05.22

30.01.09 Cuma

A.B.

istanBUL

Başlamaya cesaret gösterebilmek, başlamaktan çok daha zormuş öğrendim. Her yeni doğan günde, kaç mevsim yaşlandığımızın farkına, ışığı bulutların ardında bıraktığımızı farkettiğimizde varıyormuşuz.ne garip. En geç ne kadar zaman tüketmiştir düşünmeden üstelik.

yine sevdiğim şehirdeyken ben, kalp nelerden, kimlerden vazgeçerken, ya da canına can katan elleri bırakmak zorunda kalırken, vazgeçilmiyormuş bu şehirden. Öğrenmişim ki mavisinde bir büyü var insanı kendine bağlayan. Belki maviye tutkunluğum bundandır kalbim. Dört duvarım bile mavi tıpkı deniz gibiyken, sonu yok gibi gelse de bazen sonsuzlukların, yine maviye kavuşacağımı bilmek güzel.

Herşey aynı kaldı, bir ben miyim değişen desem de, gözlerimin altındaki çizgiler aslında beni benden farklı göstermeye özenen. Onlar bir türlü geçip gitmek bilmezken, neden geçip gidenlerin ardından ağlarmışız ki biz? Onlar da bu çizgiler gibi değiller miymiş? Zamanı gelince gidip, ne kadar isyana boyun eğsek, geçen zamana karşı şaha kalkışa yeltensek geri dönmeyen, değişmeyen yokluklarının gerçeği. kalbimden öğrendim.

Anı yaşamakmış hayatın büyüsü. Biz bir gün bu şehri temelli terk edecek iken, ne kalacakmış ruhumuza? Bir türlü yeşile dönmeyen trafik lambaları mı? belki. Bir akşam geç kaldığımız iş yemeği mi? olabilir. Ayın sonunu zor getirirken, çocuğunuza istediği oyuncağı alamamanın verdiği kalp ezikliği mi? muhtemel...

yanlış cevaplar ordusu geride kalsın, yanımıza kar kalacak olan sevdiklerimize beslenen sevgilerle harmanlı bir mavi.

ruha kalacak olan, huzuru hissettiği anlar rütbesi.

Bir kağıt para için akşamdan sabaha çöpleri didikleyen beden ise doymak için, bir damla mutluluk için neden eşelemiyoruz hayatı
ruhu doyurmak için?

bunu da kalbimden çaldım, itiraf ediyorum: ben bir hırsızım...



A.B
21.01.2008

KUR-AL

Kalbini demirden zırhla da örtsen,
Yaralarına engel olamazsın.
Çünkü o, yara almak için göğsünde.

Her filizlenen yavru sevgini,
Sonsuzun gölgesinde de büyütsen,
İstediği yüreğin yanına koyamazsın.
Çünkü o, hasreti öğrenmek için gözünde.

Sana sığınan sırrın sebebini
Toprağa da gömüp terk etsen,
Peşinden gelir, yine konduramazsın.
Çünkü o, senin olduğu için izinde.

A.B.

14.48
08.09.07
Cumartesi

28 Eylül 2009 Pazartesi

sona kalan...

Sona bıraktığım dilek sigaram.
Sen, Yaktığın yerden baktığım.

Yazık, saramadın beni baktığım yerden.
Çoğul bilinmezliklerin alevini çaktın
Sıcağından mayhoş kafesime.
Kör kölen gibiydim ezelden.
Köstek olurken sen, nefesime.
Belki de bilmeden…

Kim vurduyu bekleyen ruhun duymadan
Ne anlamı vardı seni içime çekmenin.
Nemine zarar gözlerin için.
Son nefesime gelmeyi sen seçtin.

Bitmeliydin.

koynuma zifrinle musallat olurken
düşünmeliydin.
Tütsüme kindar düşüncelerin
Uykuma düşman kesilirken,
Hayaline bel bağlamadım durmadan.
Ben, rüyamda bile senin olmadım…

Her dileğim sona kalmadan,
Gitmeyi astarlı niyetime konduramadım.

Sen, sona bıraktığım dilek sigaram,
Değil sana dudak ucumla dokunmak,
Sana sen demek bile haram!

19.42
28.09.09
Alişa Bahar

18 Eylül 2009 Cuma

kara kelam

kırgın düştün hayata
hissederim bakışından.

sana beslenmiş argo sevgim,
hesap sormaya yüz bulur,
şu fütursuz zamana...

kusursuz isyanlarımdan
sefillerim kudurur.
şekerli kokunla bezeli evim
ferinin ışığından sorulur.
ve,ben; ruhum ve etim
senden önce ölmeliyim...

23.56
17.09.2009
A.B.

10 Eylül 2009 Perşembe

bir ŞEHİT mektubu

Sana Şırnak’tan selam yolluyorum annelerin en güzeli, en merhametlisi… Beni çok merak ettiğini biliyorum, ama boşa tasalanıyorsun çünkü ben çok rahatım. Burada bir sürü arkadaşım oldu. Kaderdaşım desem daha doğru olur.

Hepsi benim gibi. Anneleri yollarını gözlüyor hepsinin. Beni merak etme annem ne olursun. Ben çok iyiyim. Sabah erken kalkmalara alışamadım sadece. En son uyanan ben oluyorum. Herkes homurdanıyor arkamdan şakayla karışık tabi…
Gündüzleri araziyi kolluyoruz. Burası söylendiği gibi tehlikeli bir yer değil inan bana. Yemeklerini çok özledim ama. Öğlen yemek yiyip yürüyüşe çıkıyoruz. Bu biraz yoruyor bizi. Ama gerekiyor da yoksa uyku tutmaz bizi muhabbetten. Komutanımız da iyi bir insan. Bize her geçen günde yeni şeyler öğretiyor. Vatan borcumuzu ödüyoruz. Gururla, huzurla… Omzumuza yük olmuyor bu borç. Ne mutlu bana ki seçildim annelerin en güzeli…

Aklım sende kalıyor sadece. Beni merak ettiğini biliyorum. Evde yalnız kaldın ben gidince… Ama ne olur çok yalnız kalma. Komşuya git. Necmiye teyzelere uğra ara sıra. Öp onları benim yerime. Küçük Mehmet i de öp. Çok özledim hepinizi…
Akşamları kapıya çöpü koyarken dikkat et anneciğim. Artık zaman çok kötü çünkü. Kapımızı sürgüle iyice, rahatça uyu. Çünkü ben de uyuyor olacağım. Dışarı çıkarken ocağı ütüyü kontrol etmeden çıkma ne olur. Uyumadan önce de kontrol et annelerin en şekeri. O şekerli kokunu çok özledim. Ne kadar büyüsem de ben senin biricik bebeğinim değil mi. Kocaman oldum ama yine dizinin dibini özledim bir tanesi…

Burada paylaşmayı da öğrendim annem. Elimize ne geçerse geçsin, bir dilim ekmek bile olsa paylaşıyoruz. Paylaştıkça çoğalıyormuş elde ne varsa, öğrendim annem. Haklıymışsın. Burada herkes kenetlenmiş birbirine. Araziyi gözetlerken birbirimize de göz kulak oluyoruz. En yakın arkadaşımın adı Süleyman. Ama ben ona o kadar çok sülo diyorum ki yakında adını unutacak. O da bizim memleketten. Aynı ranzadayız annem. Bazen çok nadir de olsa uyku tutmadığında muhabbet ediyoruz, dertleşiyoruz onunla. O kadar çok benzer özelliğimiz var ki, kardeşim gibi yakın hissediyorum kendime onu… Geldiğimizde seni de tanıştıracağım anneciğim… Onu sen de çok seveceksin. Annesi börek yolladı bize. Hepimiz biraz yedik. Onlar da çok güzellerdi ama seninki gibi değillerdi anneciğim. Ah annem…

Geldiğimde çok iyi bir iş bulup, seni rahata erdireceğim… Dişinden artırıp bana gönderiyorsun biliyorum. Eminim ki bazı geceler aç uyuyorsun. Hissediyorum. Ve bunu hissettiğimde yediğim hiçbir işe yaramıyor…

Az kaldı annem. Az kaldı gelip ellerine sarılmama. O şekerli mis kokunu içime çekmeme. Çok az kaldı. Çalışıp evimize bakacağım günler çok yakında. Sana söz veriyorum. Her akşam ellerim kollarım dolu geleceğim evimize… Canın ne çekerse alacağım, yiyebileceğiz. Akşamları çay içmeye de çıkacağız. Seni arabamızla gezdireceğim nereye istersen. Necmiye teyzeyi de alırız hem. Ne güzel olur değil mi?

Bu aralar rahmetli babamı daha bir özler oldum annem neden bilmiyorum. Acaba görüyor mudur oğlunun iyi bir asker olduğunu. Beni seyrediyor mudur gökyüzünden? Ona dua ediyorum hep. Bir gece de olsa rüyama girsin diye. Bu geceden umutluyum ama. Bu gece onu göreceğim…

Ne olur beni bırakıp gitme annem. Ne olur dikkat et kendine. İlaçlarını almayı aksatma sakın unutma. Gitmeden liste yapmıştım sana. Umarım o listeye uyuyorsundur… Ben bir geleyim annem. Her şey çok daha güzel olacak. Ve sana çok daha sık yazacağım artık. Her gün yazacağım annem. Allah‘ıma emanetsin. Dua ediyorum her gece. Ve her şey çok güzel olacak…
Sana söz veriyorum, hem de asker sözü…

Kucağına hasretim, en kısa zamanda evimdeyim anneciğim.

Allah’a emanet ol… Seni çok seviyorum, ellerinden öpüyorum…

Oğlun
Mustafa

9 Eylül 2009 Çarşamba

yılancı

Huzurun resmini çekiyorum kendimce bu satırlarda. Hiç planımda yoktu oysaki yazmak. Gökyüzünün şaha kalkmasıyla canlar gidiyor her geçen dakika. Yağmuru severdim ben, ama gök gürültüsü ürkütürdü içimi, mutluluğuma neşter vururdu.
Boşa değilmiş hissedilen hiçbir hayali gerçek…

Yazılanları anlamadan okudum, okuduğumu anlamadan özetledim ben hayatımca. Farkında varana kadar çocuktum, şimdi ne diye kusuyorum içim sandığım çöplerimi bilmiyorum.
Hayata yaranmaya çalışmışım hayatım boyunca ben. Affetmişim hep, görmezden gelmiş aptal olmuşum, gerçeği görmüş arkadan konuşmuşum. Bahanem kırmamakmış. İçimdeki çocuğun yalanıdır bu. İnanmayın.

Şimdi tek mutluluk kaynağım, kapımı açıp ‘kirli bardak var mı?’ diye soran o şeker kokulu ses… Ömrüm onun olsun benim…
Ben hep ömürlük sevmişim, boşa sitemlere boyun eğmişim. Aşk nedir bilmem diyecek kadar yalancı, aşkı 100 metreden tanırım diyecek kadar kendinden emin değilim.
Ben sadece sevdim, ne benim olsun diye, ne hayrı dokunsun diye. Sadece sevdim.

Ben sevdiklerimi ruhsal ihtiyaçlarım için kullanıyorum…

Ve şimdi fark ediyorum, kapının önüne koyduğum çöpler, alttan sızdırıyormuş…
Sağlıcakla...

19.34
09.09.2009
A.B.

7 Eylül 2009 Pazartesi

yanarış

Ulu çınarların gölgelerine olan hasretim dinmek üzere. Artık yalan söyleyebiliyorum, midem bulanmadan. İçim kan gölüne taş çıkartırcasına vahşi olduğunda gülümseyebiliyorum, yine yalandan. Nerede olduğumu sorgulamayı sonlandıralı aylar geçmiş gitmiş meğer. Verdiğim sözlere olan bağlılığımı yitireli, melekler dünyaya selam verip geçmişse eğer, günahkâr olmayı kabullenmişim ben.

Hayatıma; kelime oyunlarına ihtiyaç duyduğum gibi mağlubiyetimi anlatırken, çok da ihtiyacım yokmuş, ben başkası için nefes alıp veriyormuşum oysa. Bilmiyordum.

Ayakta durabilirliğimle övünmüşüm, sırtımı tekmeleyenleri affetmeyi erdemden görmüşüm. Hataymış, hata olarak gördüğüm aslında hayatmış…

Mavi tutkunu, yıldızların umudu olmamışım, olmakla olmak istemek arasında gitmişim ben, geldiğimi sanarak.
Masum değilim, üzülmüyorum günlerimin birbirinin aynı olmayışına, korkmuyorum yanımda kimsenin kalmayacağı gerçeğinden, yalnız doğdum ben.

Ben bile aynı değilim, sigaram bile aynı sınırlardan alev almıyor. Ağacımın dalına konan kuşu bir daha görebilme olasılığım yok denecek kadar az. Toprak bile kayıp giderken, neydi bendeki hayatımı koltuğumun altına alma dileği. Bilmiyorum.

Elimdeki muma bakıyorum her gün, her saat. Onu kokusunu içime çekerek, ömrümü ona hediye ederek öperken, mumlara sitem ediyorum. Ben de bir mumum. Neden tükendiğimi belli edemiyorum?

İçimdeki çocuğun canına kıydım, her şeyi zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyordu çünkü. Pişmanımdır belki, hissedemiyorum. Uyuşuğum.
Parmak uçlarımı bile hissedemiyorum…

Dumansız yanıyorum...

07.09.09
20.11
A.B.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

BeN

Ben;
Toprağı ayrı tuttum
Bedenimden.
Tuzlu deniz yuttum,
Yaramı görmeden.

Ben;
Yağmuru tutsak ettim avuçlarıma
Boşuna kira ödedim.
Zaman dursun diye bekledim
Oysa saygısızlıktı anılarıma
Ve sanrılarıma şarkılar söyledim.

Ben;
Kör koyu kuyulara ‘hayal’ dedim.
Bilinmeze bel bağladım.
Bir ömre kederimi yetirdim,
Bir kurşun kadar ağladım.

Ben;
Aynadaki beni ‘ben’ sandım…

13.45
16.08.09
A.B.

14 Ağustos 2009 Cuma

sebeb-i feryat

Varlığımdan bihaber farkındayım nefesimin
Sebeb-i sancılarım ebruli, hürmet besledim.
Kilidinin anahtarı muamma umman kafesimin.
Lale-i ummanı, kurşuni yıldızlarınla süsledim.


Mor süvariler, mesken-i maili terk-i diyar edeli,
Günyüzü, fütursuz toraman dağların tek aşığı.
Uçurumlara sevdalı yaldızlı niyetlerin son bedeli
Gözlerimi çalmana duacı olmaktı, ferinin karmaşığı.

sağlıcakla...

13.30
14.08.09
A.B.

26 Temmuz 2009 Pazar

mavi

Ummana hayran olmamışım suretinin tuzağına düştüğüm kadar.
Mavi sebebini kaybetti, tütsümün aroması şerrimi cezp etti.
Sen; şah şehriyarın sırtında, mor haleli süvari, büyülü ve gaddar.
Melek bebeğini kaybetti, külümün sıska dumanı gözümü kör etti.

Sol yarımın kafesinden saldığım sahipsiz niyet, mabedin misali dindar.
Mor halen budağım olmadı, boynu narin ebrunun lalesi vaktinde solmadı.
Sen; duvaklı hançerimin yolunda, şeffaf yakalı inci, şefkatli ve kindar.
Mavi hayaline teslim olmadı, ellerinin kaderinde mevsim olmaktan yorulmadı.



26.07.09
14.25

A.B.

27 Haziran 2009 Cumartesi

bir ebruli hikayesi

Güneşin yüzünü görmediğim şu zaman diliminde, belki buluştun sen kokan, tenin kokan yastığınla… Hayaller buldun, hayallerinin kahramanı oldun sana gecenin renklerini sunan o yastıkta. Güneşle göz göze gelip, gülümseyeceksin kahve küreli gözlerin gün doğumuyla buluştuğunda.

Güneşin yüzünü göremediğim her zaman diliminde, asla bilmeyeceksin yağmur altında mahsur kalmış, çırpınmaktan yorulmuş ufak bir serçe kalbi tarafından ne denli muhtaç olunduğunu kanatlarına… Seninle aynı yeşilliğin havasını soluyor, aynı toprağın üzerinde yürüyor diye mutlu olan, kanatlarına mor takıp nefes aldığın şehirde, seyrine daldığın denizde dolanan kanatları birbirine hoyratça karışmış bir serçeyi asla göremeyeceksin.

Güneşin yüzünü göremediğim tek zaman diliminde, seninle aynı kaldırımdan yürüme, defalarca yıkanmış ama kokunun terk etmediği aynı bardaktan çay içme, aynı melodilere kulak misafiri olma, aynı cehreden denizi seyretme, aynı tabelaları görüp aynı gazeteyi okuma, aynı filmi seyredip aynı cümleyi kullanma, aynı umutsuzlukla gökyüzünü seyre dalma, aynı gecede kâbus görüp sıçrama, aynı yağmurla ıslanıp, aynı duyguyla gülümseme ihtimaliyle yaşayan, gölgen olmaya uğraşan bir meleği asla hissedemeyeceksin…

Ruhumu sevdiğin renge bürüdüm, güneş yandığını göstermekten caydığında gözlerimin kapanma sebebi oldun, gördüğüm her rüyayı aklından bir an geçebilme ihtimalimin geçerliliğine yordum, ismini kaç kez zikrettim, en çok duyduğun kelime diye; senin diye saygı duydum.

Yanımda hep sen varmışsın gibi kendi kendime hayalinle konuştum, sanki gerçekmişsin gibi. Hikâyeler anlattım hayaline, onun benim olmadığını bile bile.
Yemeğimi, lokmalara dönüştürüp önüne koydum, içtiğim suyu sen de içiyorsun diye sevdim ben, içmek zorundalığın içime su serpiyordu. Sen hiç bilmedin.
Dinlediğim şarkıların içimde yarattığı fırtınaya ‘sen’ dedim, elbet bir an da olsa kulağına çalınmıştır düşüncesiyle ben her şarkıyı sevdim.

Bu şehri de sevdim ben, toprağı seni yaşatıyor diye, dilinden kulağıma ulaşmış ne varsa sevdim sorgusuz sualsiz, ebruli kalbini sevdim en çok da…
Kaç gece gözümdeki yaşları feda ettim seni rüyamda görebilmek uğruna, kaburgalarımın etleri cımbızla çekilirdi, hayalimde olup hayatımda olmadığın gerçeğimin farkına varınca…
Bir gerçeğim vardı yine de sen adında…
Her ördüğüm ebruyu sevdim, her kurşuni rengin eğildim önünde, acılarımı uzattım lakin asla baş kaldırmadım. Sen de acı çekmişsindir bir zaman diye.
Her gördüğüm bulutu sevdim, senin de çatının üzerinden geçmiştir diye.
Her söndüğüm alevi sevdim, renginin büyüsüne sen de kapılmışsındır diye.
Her öldüğüm sabahı da sevdim ben, sen gözünü açıyorsun diye, çoğu zaman uyanışını hayal ettim. Gözlerin ilk kimin gözleriyle buluşuyordu, ellerine değen su ne denli mutluydu.
Ben bir damla suyun olmak isterdim.
Gökyüzüne hayran kaldığın gecelerde, bozuk düzene yakarışın olmak isterdim, kanatlarını kırık hissettiğinde sana mavi halemi hediye etmek isterdim.
Senin olamazdım hiç, ama yakınında olmak isterdim. Gölgeni kıskanmazdım o zaman, görünmez olmayı diledim hayatında. Ama seni de göremeyeceğimi düşünemedim.
Gün başlar, uyanırsın, gülümsersin aynaya çizgilerinde biriken su damlaları yüzünü terk ederken… sonra çayını yudumlarsın, çay suyunu koyarken eğilirsin belki. Daha uyanmadan yorulmaya başlamanı istemem ben.
Seninle aynı ekmeği yedik çoğu kahvaltıda, bazen kahve içtik belki aynı sabahlarda. Ya da bir sigara yaktık güneşin doğduğu tarafa bakarak…
Belki aynı ayda aynı hayaller, düşünceler geçti aklımızdan kim bilir...
Hayatın burgacına kapıldık sonra kocaman günde, zihnimizi yordular, bedenimizi de öyle. Otobüs bekledik aynı zamanlarda sabırsızca. Bir an önce çatımıza girebilmeyi hayal ettik aynı anda kim bilir...
Benim yolda yürürken gördüğüm cehreyi gün geldi sen de gördün belki, aynı ağaçların önünden geçmiş olabildik bence, aynı denize aşığız her şeyden öte.

Sen de maviyi seviyorsun ne güzel, kefenim bile mavi olmalı benim işte bu yüzden…
Aynı cümleleri kurmuş da olabildik, içimizden belki aynı şarkıyı söyledik an oldu; aynı anda ‘acıktım’ dedik… ya da ‘çok susadım…’ bir şişe suya aynı parayı uzattık.
Hem belki senin paran döndü dolaştı bana geldi. Her aldığım paraya uzun uzun bakar dokunurum işte bu yüzden…
Sen de benim gibi özledin belki herhangi birini. Ama özledin sonuçta, benim hissettiğim çoğu şeyi hissetmiş olma ihtimalin işte beni yaşatan şimdi.
Sen de nefes alıyorsun benim gibi, sen de üstünü değiştirip eline televizyon kumandasını alıyorsun, akşamın aynı saatlerinde aynı kanalı seyrediyor da olabildik bence.
Düşünüyorum, belki de gözyaşlarımızı kokumuza bürünmüş yastığımıza aynı geceler yedirdik. Sen de ağlıyorsun benim gibi…
Görüp de sevdiğimiz sokak kedisi belki aynı kedi olabildi, çöpleri karıştıran o adamı gördüğünde sen de benim gibi içinden keşke dedin belki.
Evden aynı anda da çıkmış olabildik belki, ikimizde aynı anda eğildik ayakkabı bağcıklarını bağlamak için.
Gün geldi aynı renk giyinip çıktık dışarı birbirimizden habersiz.
Belki yanımızdan geçtik farkında olmadan… Olamaz mı?


Ama sen başka gözlere baktın hep, başka elleri tuttun hatta. Başka bir evdeydin sen. Ben sadece uzaktan seyrettim. Sen hep başkaydın…
Ama ben sendim, sen bunu hiç bilmedin. Bilemedin.
Gün oldu gücüm yerindeyken sana göstermek istedim, bakışlarındaki buz parçaları cesaretimi kırdı, cesaretim sana alındı…
Ama ben alınmadım. Ben senken, korkum mutsuz olmandı…
Mutlu ol istedim şimdiki gibi, ama bilemedin, ben nerde sana benzer bir hayal görsem, gözlerimden intihar etmek isteyen damlalarımı zapt etmek için çok uğraştım.
Aklıma hep sen geldin, göğüslerinde bir tutan çiçeğiyle siyahlara bürünmüş heyecanlı insanlar bana seni hatırlattı…
Sonra gülümsedim. Bir gün senin de onlar gibi olacağını düşünerek…

O gün yaklaştı artık oldukça, ben ise sadece dua edebildim, sen bunları hiç bilmemelisin.
Ben senin de benimle aynı dünyada yaşama ihtimalinle yaşadım bugüne kadar…
Senin beni sevme ihtimaline inanmadan, bir kez mavi diye seslendin diye, kalbime bir ömür yetirdim maviyi ben..

Göğsündeki çiçeğin mavi olsun, benim ise kefenim…
Kefenimi de seviyorum ben, belki toprakla olan düğünüme gelir de görebilirsin onu diye… hatta gelmesen bile olur da bir gün güneşi terk edişimi duyacak olman bile gülümsetmeye yetiyor yüzümü…

Beni tanıyorsun sen, adımı duydun hiç değilse birkaç kez…
Senede 2 kez adımı söylüyorsun farkında olmadan üstelik…

Ben maviyi sevdim, ama seni daha çok…

Sağlıcakla…

20 Haziran 2009 Cumartesi

farkındalıklar komedyası

Geçmek bilmeyen ya da benim geçmesine izin vermediğim çok uzun zamanlardan sonra, ben denizin parçası değilim artık.
Olmadım, olmamışım. Olsaydım, bu kadar sancısız kurtulamazdım.

Ben denizi de sevdim kendimce, mavisine hayran kaldım, yerini yurdunu bilen o sükûnetine…
Ama ben hiç deniz olamadım…
Ben denizi çok sevdim kendimce, isyanının getirisi dalgaları başımın üstüne…
Ama ben hiç denizin olamadım.

Bir yelkenlinin yarattığı dalganın gücüne tutunma çabası ne denli başarılıydı? Kaç vakit sordum içime bilmiyorum. Belirsiz cevaplar yüzünde asılı kaldım.

Kendi kendini kandırdığının farkında olmak işine gelmez mağdur kalbin çoğu zaman… Kalp ağlar, süzülür, incedir kırılır lakin yaşamanın lisanı bu değildir, bilmezlikten gelmek gerçeği örtmeye yeterli değildir.
Ben hep kendimi kandırdım olur olmaz, yüzüm her toprağa döndüğünde denizi aradım ben. Oysa kara kışta güneşi aramaktı benim yaptığım, fazla bencillikti.

Toprağı adamdan saymamaktı, er geç yüzüm buluşmayacak mıydı sanki hem yüzüm de topraktan değil miydi benim? Kalbim de öyle…

İnkâr ettim toprağı saran köklerimi. Hayır, o ben, ben değildim.
Rüzgârı da oldum olası sevememiştim, saçlarımı dağıtıyor, önümü bulandırıyordu.

Bir önüm var mıydı ben gözlerimi arkamdan ayırmadığım sürece? Yoktu.

Rüzgâra bile haksızlık yapıyordum…

Bir denize tutuldum diye, denizi deniz yapan ne varsa elimin tersiyle itmiştim kenara…
Bir maviyi sevdim ben, bir de denizi. Oysa denize rengini veren gök kubbeydi.

Ben hep kalbim nereye gittiyse, halatımı taktım geniş gövdesine, sürüklendim peşinden.
En büyük yanlıştı bu belki de, kalbim kendinde değildi hiçbir zaman, kendinin değildi. Kafesini yadırgayan bir kanatlı gibi, kanatlarına saygısını yitirmişti.

Ben onu dinledim, o yüzümü güldürmedi.
Ben gülmek istedim, o iznimi azad etmedi…

Her sahiciliğiyle göz kamaştıran gerçek, bir çakıl taşının üstüne kazınmış olur her zaman, yoluma taş koyana boynum kıldan incedir bu sebepten. Takılır düşer, dizlerimi parçalar, avucumdan misketlerimi kurban veririm toprağa belki, değer.

Ben düşmeyi sevmezdim, istemsiz alışkanlıklarımın esiri olmadan önce.
Ben kötü düşünmezdim, iyinin savunmasızlığına yalancı şahit olmadan önce…

Başımın üstünde toplanan bulutlara dahi derdimi işime geldiği gibi anlatmaya alışmışım, belki derdimin şiddetinin nefsimi kontrol etmeye yetmiyor olması sebepli.
Ama gün geldi yetti.
O gün hiç gelmeseydi demedim hiç, memnundum halimden.
Benim mavi melek rütbem yıllar önce çalınmıştı elimden…

Çalmak, bazen gizliye saklıya ihtiyaç duymaz, öylece kayar gider ellerinizden, siz şaşkın ve yenik bakakalırken gidene, zaman gibi, insan gibi, gerçek gibi…

Ben çok fırsat verdim hırsızlara, ama hırsızlığı becerebilmek isterdim…
Bir zamanlar ben de melektim…

2 Mayıs 2009 Cumartesi

adam

Algılarımdan hayal kırıklığına uğramaya açım.
Korkmak neyi değiştirdi? İğrenmek kimi adam etti?
İnkârım yok, gece ne sevgilim oldu ne savaşım.
Yine güz, kuru yaprağını; baharsa çiçeğini bekletti.


Avucunu mesken etmiş kelebeğin isyanına saygı duy.
O hiçbir zaman kendine ‘senin’ dedirtmedi.
Küpüne zarar alışkanlığın adeta yapışkan bir huy
Kimse kendini, sözlük anlamına göre sevdirmedi.


A.B.

tarih ve saat belirsiz...

BEN DEĞİLDİM...

Beklentimin var olduğu melodilere
Yüklerinden aşkın anlamları gizlemek istemezdim.
Sebeplerimi ruh tozları zorladı, kimse kazanmadı.
Ben kaybetmedim.

Ne anladım, neyi anlatmak istedim,
Bir üfleyişte istismara uğramış bebeğimi kurtarmaktı
Sütten yetişme ak kaymak niyetim.
Ben zaten kötü değildim.

Kokusunun yerine koymadan kendini,
Dokusuna vurulmaktı
Çıngıraklı gerçeklere pembe hayal giydirmek;
Hangi becerinin eline su dökemezdi ki…

Ne dikenimin can acıtma gücüne,
Ne hakaretimin bağımsız himayesine
Güvenmeye yüz bulmuşum kendimden.
Aldandığımdan her maskenin şehvetine…

Giden dönmesin, kâbusum bitmesin.
Hızmasına bel bağlayan gece sönmesin.
Her sırrıma kadem basıp, gizime pay olma mavi.
Firarında varışını gözlemedim.

Ben, ömürsüz olmaya yeltenmedim.



01.14 23.01.09
A.B.

31 Ocak 2009 Cumartesi

DeMoNS....

Kum saatimin kırığı kalp kırığıma yanaştı usulca
Duvağının fırtınasından önümü göremedim önce,
Şahitliğine inandığım mavi karanlık korkup susunca,
Kanatlarıma kan oturdu, ardıma bile dönemedim öylece.

İnkâr etmek, yalanın renkli yüzünü güldürmekti.
Ve ben hiç hayalini kurmadım bedbaht gözlerinin.
Aşksızlıktan ölmedim, lakin telkin edişlerin beni bekletti.
Ve ben hiç yakarışına inanmadım ince ellerinin…

Ben bir yalanı sen diye sayıkladım durdum…


05.22

30.01.09 Cuma

A.B.