20 Haziran 2009 Cumartesi

farkındalıklar komedyası

Geçmek bilmeyen ya da benim geçmesine izin vermediğim çok uzun zamanlardan sonra, ben denizin parçası değilim artık.
Olmadım, olmamışım. Olsaydım, bu kadar sancısız kurtulamazdım.

Ben denizi de sevdim kendimce, mavisine hayran kaldım, yerini yurdunu bilen o sükûnetine…
Ama ben hiç deniz olamadım…
Ben denizi çok sevdim kendimce, isyanının getirisi dalgaları başımın üstüne…
Ama ben hiç denizin olamadım.

Bir yelkenlinin yarattığı dalganın gücüne tutunma çabası ne denli başarılıydı? Kaç vakit sordum içime bilmiyorum. Belirsiz cevaplar yüzünde asılı kaldım.

Kendi kendini kandırdığının farkında olmak işine gelmez mağdur kalbin çoğu zaman… Kalp ağlar, süzülür, incedir kırılır lakin yaşamanın lisanı bu değildir, bilmezlikten gelmek gerçeği örtmeye yeterli değildir.
Ben hep kendimi kandırdım olur olmaz, yüzüm her toprağa döndüğünde denizi aradım ben. Oysa kara kışta güneşi aramaktı benim yaptığım, fazla bencillikti.

Toprağı adamdan saymamaktı, er geç yüzüm buluşmayacak mıydı sanki hem yüzüm de topraktan değil miydi benim? Kalbim de öyle…

İnkâr ettim toprağı saran köklerimi. Hayır, o ben, ben değildim.
Rüzgârı da oldum olası sevememiştim, saçlarımı dağıtıyor, önümü bulandırıyordu.

Bir önüm var mıydı ben gözlerimi arkamdan ayırmadığım sürece? Yoktu.

Rüzgâra bile haksızlık yapıyordum…

Bir denize tutuldum diye, denizi deniz yapan ne varsa elimin tersiyle itmiştim kenara…
Bir maviyi sevdim ben, bir de denizi. Oysa denize rengini veren gök kubbeydi.

Ben hep kalbim nereye gittiyse, halatımı taktım geniş gövdesine, sürüklendim peşinden.
En büyük yanlıştı bu belki de, kalbim kendinde değildi hiçbir zaman, kendinin değildi. Kafesini yadırgayan bir kanatlı gibi, kanatlarına saygısını yitirmişti.

Ben onu dinledim, o yüzümü güldürmedi.
Ben gülmek istedim, o iznimi azad etmedi…

Her sahiciliğiyle göz kamaştıran gerçek, bir çakıl taşının üstüne kazınmış olur her zaman, yoluma taş koyana boynum kıldan incedir bu sebepten. Takılır düşer, dizlerimi parçalar, avucumdan misketlerimi kurban veririm toprağa belki, değer.

Ben düşmeyi sevmezdim, istemsiz alışkanlıklarımın esiri olmadan önce.
Ben kötü düşünmezdim, iyinin savunmasızlığına yalancı şahit olmadan önce…

Başımın üstünde toplanan bulutlara dahi derdimi işime geldiği gibi anlatmaya alışmışım, belki derdimin şiddetinin nefsimi kontrol etmeye yetmiyor olması sebepli.
Ama gün geldi yetti.
O gün hiç gelmeseydi demedim hiç, memnundum halimden.
Benim mavi melek rütbem yıllar önce çalınmıştı elimden…

Çalmak, bazen gizliye saklıya ihtiyaç duymaz, öylece kayar gider ellerinizden, siz şaşkın ve yenik bakakalırken gidene, zaman gibi, insan gibi, gerçek gibi…

Ben çok fırsat verdim hırsızlara, ama hırsızlığı becerebilmek isterdim…
Bir zamanlar ben de melektim…

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Fedakarlıklar komedyasını cok begendim azına saglk, heleki kara kışta güneşi aramak sözü beni anlatıo imkanızı arıyorum bende ama biliorumki KARA KIŞTA hiç güneş dogmayacak. Azına saglık gerçekten insan okurken içinden bişeyler kopuyor (o gözlerin üzülmeye hakkı yok)inş herşey istedigin gibi olur.

blumare dedi ki...

öncelikle samimi yorumun için teşekkür ediyorum... kim olduğunu az çok tahmin edebiliyorum, ama kara kışta bile güneşin doğduğunu sen de biliyorsun...
aradığın asıl güneş içinde doğandır unutma. her dağın karı ayazı olsa da güneş de dağlar ardından doğar...
bu denli karamsar olmamanı diliyorum, hepimiz hayata karşı bağışıklık kazanmak için bir tutam hüznü hakediyoruz diye düşünüyorum ben...
sağlicakla.