7 Eylül 2009 Pazartesi

yanarış

Ulu çınarların gölgelerine olan hasretim dinmek üzere. Artık yalan söyleyebiliyorum, midem bulanmadan. İçim kan gölüne taş çıkartırcasına vahşi olduğunda gülümseyebiliyorum, yine yalandan. Nerede olduğumu sorgulamayı sonlandıralı aylar geçmiş gitmiş meğer. Verdiğim sözlere olan bağlılığımı yitireli, melekler dünyaya selam verip geçmişse eğer, günahkâr olmayı kabullenmişim ben.

Hayatıma; kelime oyunlarına ihtiyaç duyduğum gibi mağlubiyetimi anlatırken, çok da ihtiyacım yokmuş, ben başkası için nefes alıp veriyormuşum oysa. Bilmiyordum.

Ayakta durabilirliğimle övünmüşüm, sırtımı tekmeleyenleri affetmeyi erdemden görmüşüm. Hataymış, hata olarak gördüğüm aslında hayatmış…

Mavi tutkunu, yıldızların umudu olmamışım, olmakla olmak istemek arasında gitmişim ben, geldiğimi sanarak.
Masum değilim, üzülmüyorum günlerimin birbirinin aynı olmayışına, korkmuyorum yanımda kimsenin kalmayacağı gerçeğinden, yalnız doğdum ben.

Ben bile aynı değilim, sigaram bile aynı sınırlardan alev almıyor. Ağacımın dalına konan kuşu bir daha görebilme olasılığım yok denecek kadar az. Toprak bile kayıp giderken, neydi bendeki hayatımı koltuğumun altına alma dileği. Bilmiyorum.

Elimdeki muma bakıyorum her gün, her saat. Onu kokusunu içime çekerek, ömrümü ona hediye ederek öperken, mumlara sitem ediyorum. Ben de bir mumum. Neden tükendiğimi belli edemiyorum?

İçimdeki çocuğun canına kıydım, her şeyi zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyordu çünkü. Pişmanımdır belki, hissedemiyorum. Uyuşuğum.
Parmak uçlarımı bile hissedemiyorum…

Dumansız yanıyorum...

07.09.09
20.11
A.B.

Hiç yorum yok: