27 Haziran 2009 Cumartesi

bir ebruli hikayesi

Güneşin yüzünü görmediğim şu zaman diliminde, belki buluştun sen kokan, tenin kokan yastığınla… Hayaller buldun, hayallerinin kahramanı oldun sana gecenin renklerini sunan o yastıkta. Güneşle göz göze gelip, gülümseyeceksin kahve küreli gözlerin gün doğumuyla buluştuğunda.

Güneşin yüzünü göremediğim her zaman diliminde, asla bilmeyeceksin yağmur altında mahsur kalmış, çırpınmaktan yorulmuş ufak bir serçe kalbi tarafından ne denli muhtaç olunduğunu kanatlarına… Seninle aynı yeşilliğin havasını soluyor, aynı toprağın üzerinde yürüyor diye mutlu olan, kanatlarına mor takıp nefes aldığın şehirde, seyrine daldığın denizde dolanan kanatları birbirine hoyratça karışmış bir serçeyi asla göremeyeceksin.

Güneşin yüzünü göremediğim tek zaman diliminde, seninle aynı kaldırımdan yürüme, defalarca yıkanmış ama kokunun terk etmediği aynı bardaktan çay içme, aynı melodilere kulak misafiri olma, aynı cehreden denizi seyretme, aynı tabelaları görüp aynı gazeteyi okuma, aynı filmi seyredip aynı cümleyi kullanma, aynı umutsuzlukla gökyüzünü seyre dalma, aynı gecede kâbus görüp sıçrama, aynı yağmurla ıslanıp, aynı duyguyla gülümseme ihtimaliyle yaşayan, gölgen olmaya uğraşan bir meleği asla hissedemeyeceksin…

Ruhumu sevdiğin renge bürüdüm, güneş yandığını göstermekten caydığında gözlerimin kapanma sebebi oldun, gördüğüm her rüyayı aklından bir an geçebilme ihtimalimin geçerliliğine yordum, ismini kaç kez zikrettim, en çok duyduğun kelime diye; senin diye saygı duydum.

Yanımda hep sen varmışsın gibi kendi kendime hayalinle konuştum, sanki gerçekmişsin gibi. Hikâyeler anlattım hayaline, onun benim olmadığını bile bile.
Yemeğimi, lokmalara dönüştürüp önüne koydum, içtiğim suyu sen de içiyorsun diye sevdim ben, içmek zorundalığın içime su serpiyordu. Sen hiç bilmedin.
Dinlediğim şarkıların içimde yarattığı fırtınaya ‘sen’ dedim, elbet bir an da olsa kulağına çalınmıştır düşüncesiyle ben her şarkıyı sevdim.

Bu şehri de sevdim ben, toprağı seni yaşatıyor diye, dilinden kulağıma ulaşmış ne varsa sevdim sorgusuz sualsiz, ebruli kalbini sevdim en çok da…
Kaç gece gözümdeki yaşları feda ettim seni rüyamda görebilmek uğruna, kaburgalarımın etleri cımbızla çekilirdi, hayalimde olup hayatımda olmadığın gerçeğimin farkına varınca…
Bir gerçeğim vardı yine de sen adında…
Her ördüğüm ebruyu sevdim, her kurşuni rengin eğildim önünde, acılarımı uzattım lakin asla baş kaldırmadım. Sen de acı çekmişsindir bir zaman diye.
Her gördüğüm bulutu sevdim, senin de çatının üzerinden geçmiştir diye.
Her söndüğüm alevi sevdim, renginin büyüsüne sen de kapılmışsındır diye.
Her öldüğüm sabahı da sevdim ben, sen gözünü açıyorsun diye, çoğu zaman uyanışını hayal ettim. Gözlerin ilk kimin gözleriyle buluşuyordu, ellerine değen su ne denli mutluydu.
Ben bir damla suyun olmak isterdim.
Gökyüzüne hayran kaldığın gecelerde, bozuk düzene yakarışın olmak isterdim, kanatlarını kırık hissettiğinde sana mavi halemi hediye etmek isterdim.
Senin olamazdım hiç, ama yakınında olmak isterdim. Gölgeni kıskanmazdım o zaman, görünmez olmayı diledim hayatında. Ama seni de göremeyeceğimi düşünemedim.
Gün başlar, uyanırsın, gülümsersin aynaya çizgilerinde biriken su damlaları yüzünü terk ederken… sonra çayını yudumlarsın, çay suyunu koyarken eğilirsin belki. Daha uyanmadan yorulmaya başlamanı istemem ben.
Seninle aynı ekmeği yedik çoğu kahvaltıda, bazen kahve içtik belki aynı sabahlarda. Ya da bir sigara yaktık güneşin doğduğu tarafa bakarak…
Belki aynı ayda aynı hayaller, düşünceler geçti aklımızdan kim bilir...
Hayatın burgacına kapıldık sonra kocaman günde, zihnimizi yordular, bedenimizi de öyle. Otobüs bekledik aynı zamanlarda sabırsızca. Bir an önce çatımıza girebilmeyi hayal ettik aynı anda kim bilir...
Benim yolda yürürken gördüğüm cehreyi gün geldi sen de gördün belki, aynı ağaçların önünden geçmiş olabildik bence, aynı denize aşığız her şeyden öte.

Sen de maviyi seviyorsun ne güzel, kefenim bile mavi olmalı benim işte bu yüzden…
Aynı cümleleri kurmuş da olabildik, içimizden belki aynı şarkıyı söyledik an oldu; aynı anda ‘acıktım’ dedik… ya da ‘çok susadım…’ bir şişe suya aynı parayı uzattık.
Hem belki senin paran döndü dolaştı bana geldi. Her aldığım paraya uzun uzun bakar dokunurum işte bu yüzden…
Sen de benim gibi özledin belki herhangi birini. Ama özledin sonuçta, benim hissettiğim çoğu şeyi hissetmiş olma ihtimalin işte beni yaşatan şimdi.
Sen de nefes alıyorsun benim gibi, sen de üstünü değiştirip eline televizyon kumandasını alıyorsun, akşamın aynı saatlerinde aynı kanalı seyrediyor da olabildik bence.
Düşünüyorum, belki de gözyaşlarımızı kokumuza bürünmüş yastığımıza aynı geceler yedirdik. Sen de ağlıyorsun benim gibi…
Görüp de sevdiğimiz sokak kedisi belki aynı kedi olabildi, çöpleri karıştıran o adamı gördüğünde sen de benim gibi içinden keşke dedin belki.
Evden aynı anda da çıkmış olabildik belki, ikimizde aynı anda eğildik ayakkabı bağcıklarını bağlamak için.
Gün geldi aynı renk giyinip çıktık dışarı birbirimizden habersiz.
Belki yanımızdan geçtik farkında olmadan… Olamaz mı?


Ama sen başka gözlere baktın hep, başka elleri tuttun hatta. Başka bir evdeydin sen. Ben sadece uzaktan seyrettim. Sen hep başkaydın…
Ama ben sendim, sen bunu hiç bilmedin. Bilemedin.
Gün oldu gücüm yerindeyken sana göstermek istedim, bakışlarındaki buz parçaları cesaretimi kırdı, cesaretim sana alındı…
Ama ben alınmadım. Ben senken, korkum mutsuz olmandı…
Mutlu ol istedim şimdiki gibi, ama bilemedin, ben nerde sana benzer bir hayal görsem, gözlerimden intihar etmek isteyen damlalarımı zapt etmek için çok uğraştım.
Aklıma hep sen geldin, göğüslerinde bir tutan çiçeğiyle siyahlara bürünmüş heyecanlı insanlar bana seni hatırlattı…
Sonra gülümsedim. Bir gün senin de onlar gibi olacağını düşünerek…

O gün yaklaştı artık oldukça, ben ise sadece dua edebildim, sen bunları hiç bilmemelisin.
Ben senin de benimle aynı dünyada yaşama ihtimalinle yaşadım bugüne kadar…
Senin beni sevme ihtimaline inanmadan, bir kez mavi diye seslendin diye, kalbime bir ömür yetirdim maviyi ben..

Göğsündeki çiçeğin mavi olsun, benim ise kefenim…
Kefenimi de seviyorum ben, belki toprakla olan düğünüme gelir de görebilirsin onu diye… hatta gelmesen bile olur da bir gün güneşi terk edişimi duyacak olman bile gülümsetmeye yetiyor yüzümü…

Beni tanıyorsun sen, adımı duydun hiç değilse birkaç kez…
Senede 2 kez adımı söylüyorsun farkında olmadan üstelik…

Ben maviyi sevdim, ama seni daha çok…

Sağlıcakla…

20 Haziran 2009 Cumartesi

farkındalıklar komedyası

Geçmek bilmeyen ya da benim geçmesine izin vermediğim çok uzun zamanlardan sonra, ben denizin parçası değilim artık.
Olmadım, olmamışım. Olsaydım, bu kadar sancısız kurtulamazdım.

Ben denizi de sevdim kendimce, mavisine hayran kaldım, yerini yurdunu bilen o sükûnetine…
Ama ben hiç deniz olamadım…
Ben denizi çok sevdim kendimce, isyanının getirisi dalgaları başımın üstüne…
Ama ben hiç denizin olamadım.

Bir yelkenlinin yarattığı dalganın gücüne tutunma çabası ne denli başarılıydı? Kaç vakit sordum içime bilmiyorum. Belirsiz cevaplar yüzünde asılı kaldım.

Kendi kendini kandırdığının farkında olmak işine gelmez mağdur kalbin çoğu zaman… Kalp ağlar, süzülür, incedir kırılır lakin yaşamanın lisanı bu değildir, bilmezlikten gelmek gerçeği örtmeye yeterli değildir.
Ben hep kendimi kandırdım olur olmaz, yüzüm her toprağa döndüğünde denizi aradım ben. Oysa kara kışta güneşi aramaktı benim yaptığım, fazla bencillikti.

Toprağı adamdan saymamaktı, er geç yüzüm buluşmayacak mıydı sanki hem yüzüm de topraktan değil miydi benim? Kalbim de öyle…

İnkâr ettim toprağı saran köklerimi. Hayır, o ben, ben değildim.
Rüzgârı da oldum olası sevememiştim, saçlarımı dağıtıyor, önümü bulandırıyordu.

Bir önüm var mıydı ben gözlerimi arkamdan ayırmadığım sürece? Yoktu.

Rüzgâra bile haksızlık yapıyordum…

Bir denize tutuldum diye, denizi deniz yapan ne varsa elimin tersiyle itmiştim kenara…
Bir maviyi sevdim ben, bir de denizi. Oysa denize rengini veren gök kubbeydi.

Ben hep kalbim nereye gittiyse, halatımı taktım geniş gövdesine, sürüklendim peşinden.
En büyük yanlıştı bu belki de, kalbim kendinde değildi hiçbir zaman, kendinin değildi. Kafesini yadırgayan bir kanatlı gibi, kanatlarına saygısını yitirmişti.

Ben onu dinledim, o yüzümü güldürmedi.
Ben gülmek istedim, o iznimi azad etmedi…

Her sahiciliğiyle göz kamaştıran gerçek, bir çakıl taşının üstüne kazınmış olur her zaman, yoluma taş koyana boynum kıldan incedir bu sebepten. Takılır düşer, dizlerimi parçalar, avucumdan misketlerimi kurban veririm toprağa belki, değer.

Ben düşmeyi sevmezdim, istemsiz alışkanlıklarımın esiri olmadan önce.
Ben kötü düşünmezdim, iyinin savunmasızlığına yalancı şahit olmadan önce…

Başımın üstünde toplanan bulutlara dahi derdimi işime geldiği gibi anlatmaya alışmışım, belki derdimin şiddetinin nefsimi kontrol etmeye yetmiyor olması sebepli.
Ama gün geldi yetti.
O gün hiç gelmeseydi demedim hiç, memnundum halimden.
Benim mavi melek rütbem yıllar önce çalınmıştı elimden…

Çalmak, bazen gizliye saklıya ihtiyaç duymaz, öylece kayar gider ellerinizden, siz şaşkın ve yenik bakakalırken gidene, zaman gibi, insan gibi, gerçek gibi…

Ben çok fırsat verdim hırsızlara, ama hırsızlığı becerebilmek isterdim…
Bir zamanlar ben de melektim…