30 Eylül 2008 Salı

İÇ GEÇİRME

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış. Öyle söylüyor, yalanın kölesi haline gelmiş dizelerin anlamları.
Peki, yaşananlar bu kadar anlamlı mıydı? Eskiyi dileyen kim, ellerini bağdaştırıp günahkâr göğsünün üzerinde?
Ne yaşadım diye düşünmüyor değilim, film şeritlerinden geçeli kaç düğümlük çocukluk oldu hatırlayamıyorum, ama zamanı düğümleyen ben değildim. İçimdeki çocuğa çamur atmayı, yalan yok, çok denedim. Neden olmadık yerlerinde hayatımın, araya giriyordu?
Yalana başlayamamak hata mıydı peki? Soracak bir direniş timsaline rastlayamadım. Belki de bu sebepten, ne yalan en gerçek, anlamam gerektiği zaman diliminde anlayamadım. Saflığıma yandım marifetmiş gibi, ama duygular bir yere kadar söz sahipliğini koruyabiliyordu bu sofrada. Zamanında terk etmeyince iskemlesini, çaydanlıktaki kaynar su yakıyordu ciğerlerini… Ben hissedemedim son yanışlarımı ve doyduğumu bilemedim. Ama bildiğim bir şey vardı.; Bu benim hatamdı.
Her sessizlik ölüm, her terk ediş son demek değildi elbet, sayesinde öğrendim. Şahitliğine mahkûm edildiğim terk edişlere borçlu değilim yine de, içimde ergenlik çağındaki çocuklar gibi boy atan baston gövdeli ağacı.
Bazen gölgesi yetti bazen dalları beni hayatta tutmaya. Ama yapraklarının yeşiline bel bağlayamazdım. Onlar benim değildi. Her sonbaharda savrulup kül rengine bürünmek için dünyama gelmişlerdi. Peki, benim olan neydi? Bastonum bile yeri geldiğinde bırakmayacak mıydı içimdeki deliyi?
Kaygısız uykularım, zamansız uyanışlarım derdime deva değildi. Giden geri gelmezdi ben görmezden gelince derdimi, hem giden ne kadar benimdi?
Kendimi kandırmalarımla anları oyalamak ne kadar adilse, kimsesiz kalmak için dünyaya gelen her canlının günahları da o kadar kabul edilebilinir.
Asla sonsuza dek yaşamanın hayalleriyle yanıp kül olmadım, yakmadım hiçbir yüreği bilerek. Yanmaktan fırsatım olmadı belki, ya da benim beceriksizliğimdi.
Dumansız yanmak, ateşin sıcaklığını ikiye katlarmış, can bir an önce yanıp küle dönmek için derdine yalvarırmış, öğrendim. Bazen, sessizlik en anlamsız soruya en anlamlı cevapmış, dilinden anlayana.
Öğrendim ama aklımda tutamadım, hatırladım ama hissettiremedim, bildim ama söyleyemedim. Belki bu sebeplerden gidenin ardından bir bakmayı becerebildim.

Hayat, amaçlı, en koyu mavi yalanın içindeki en soğuk gerçekse, çocukluk soğumamış çimento gibiydi. Tüy değse, geçip gitse usulca dokunup, izi kalırdı kaç zaman da geçse üzerinden.
Ben, içimdeki izler sebepli, belimi bükmeden kulaç atamıyorum, önümdeki umman ne derinde mavi olursa olsun, Ya da ne derişimde masum. Kanmaya zorlasam da, eskisi kadar iyi oynayamıyorum oyunlarımı. Hem eskiden, hayali komşularım vardı benim. Asla ağlatmazlardı.

Yaşanan ne varsa, unutulmazdı asla. Eskiler; tozlanır, katlanır, buruşur, dibe çöker yeniler ufukta belirdikçe, ama asla yok olmazdı.
İnsan yok ettiğine inanmak isterdi sadece.

Cebinde birkaç metelik yolluk, aklında birkaç kurmalık hayalle, sanrılardan ibaret bir yolda ilerliyor gibiyim. Kimse gerçek değil hissettikleriyle, hiçbir cümle kurulması gerektiği başlığın altında değil. Bana sunulanı irdelemek belki ne haddime? Ama bulutlar bile sandığım kadar masum değil. İçinden geçmek isterken dibi boyluyor hayallerim.

Oysa Ben küçükken hep bulutlara dokunmak isterdim…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bu yalan hayatın satılık insanlarına gözündeki değerlerini iyi göstermişsin..tebrikler.